28 Mart 2012 Çarşamba

Zarafet Tanrıçası: Audrey Hepburn

               



       








4 Mayıs 1929 tarihinde, barones bir anne ve bankacı bir babanın tek kızı olarak dünyaya gelen Audrey, 2. Dünya savaşı nedeniyle oldukça zor bir çocukluk geçirmiş. Fakat işgal altındaki Hollanda'da sahte isimle ilkokula yazıldığı yıllarda bile, içindeki star ışığı kendisini göstermekten vazgeçmemiş. Savaş biter bitmez Londra'ya taşınan Audrey, kariyerine balerinlikle ve modellikle başlamış.


22 yaşındayken ilk filmi "Young Wives Tale" ile dikkatleri çeken güzel yıldız, 2. filmi "Roman Holiday" ile Oscar ödülüne layık görülmüş. Daha sonra 4 kez daha Oscar'a aday gösterilip, iki kez BAFTA iki kez de Golden Globe'un sahibi olmuş. Özellikle Roman Holiday, Brekfast at Tiffany's ve Charade gibi filmleri, bugün bile başyapıt sayılabilecek kalitede.

50'li ve 60'lı yıllara gerek filmleri, gerek büyüleyici güzelliği, gerekse şıklığıyla damgasını vuran başarılı aktris, milyonların idolü haline gelmiş. Sadece o yıllarda değil, zarafeti ve sempatikliğiyle, 2012 yılında beni kendisine hayran bırakabiliyor. Bence bir insanın bırakacağı en güzel miras, milyonların kalbinde güzel hatırlanmaktır. Hatta o hayattayken henüz doğmamış olanların bile.



Bugün, çok sıradan gelen pek çok ürün, aslında Audrey Hepburn sayesinde hayatımıza kazandırılmış. Kapri pantolon, o döneme kadar sadece balerinlerin tercih ettiği babet ayakkabılar, Breakfast at Tiffany's sayesinde yayılan uyku maskeleri... Daha neler neler Audrey Hepburn'ü idol seçtiği için onun giydiklerini, yaptıklarını yapmak isteyen bayanlar sayesinde üne kavuşmuş. Kullandığı şeylere özenmek olayını ben de yaşadım, Breakfast at Tiffany's'teki uzun ağızlığıyla, ve Roman Holiday'de kısa saçlarıyla sigara içtiği sahnelerde, benim gibi sigaradan nefret eden birisini bile, sigara içmeye özendirmiştir. Ayrıca, Teoman'ın, Papatya şarkısında "Hani çok sevdiğin o filmi gördükten sonra, kısacık kestirip saçlarını, içtin ilk sigaranı" diye bahsettiği o "çok sevilen film" Roman Holiday'den başkası değildir tahminimce.










Dönem dönem ne moda akımları geliyor, Audrey Hepburn şıklığının modası asla geçmiyor! Bugün bile onun takıları, makyajı, elbiseleri bize yabancı değil, çok tercih ediliyor. Şıklığını, yıllarca sponsorluğunu yapan Givenchy'ye borçluğu olduğunu her fırsatta belirtmekten geri kalmamış. Hubert de Givenchy de, onun ince belini, güzel fiziğini ön plana çıkaran kıyafetleri ustalıkla tasarlamış, bizlere mükemmel bir miras bırakmış.




   Breakfast at Tiffany's (1961)'de giydiği, ünlü Givenchy tasarımı elbisesiyle.





Sadece kıyafetleri değil, makyajıyla da bir akım başlatmış, Audrey. O zamana kadar abartılı makyaj, kıpkırmızı dudaklar, yanaklar, upuzun takma kirpikler revaçtayken, Audrey'den sonra "doğal makyaj" kavramı hayatımıza girmiş. Makyaja gerek bırakmayan çıkık elmacık kemiklerine ten rengine yakın allıklar, doğal dudak rengine yakın rujlar, kahverengi tonlarında farlar, ve güzel büyük gözlerini ön plana çıkaran eyeliner.


İlk evliliğini 1954'te Mel Ferrer ile yapmış, ve bu evlilikten Sean adlı bir oğlu olmuş. Bu dönemde değil kariyerine ara vermek, en parlak dönemi olmuş. Ama daha sonra, 1969'da İtalyan ve psikiyatr olan eşi Andrea Dotti ile evlenince, sinema sektöründen biraz daha uzak kalmaya çalışmış. Ayrıca bu evlilikten de Luca isimli bir oğlu olmuş.











70'li ve 80'li yıllarda toplam 5 projede yer almış. Fakat ilerleyen yaşına rağmen, asla güzelliğinden bir şey kaybetmemiş. Hep aynı incelikte, şıklıkta kalmaya devam etmiş. 













90'lı yıllarda, Unicef'in "iyi niyet elçisi" seçilmiş, ve kanserle mücadele ettiği son yıllarında, Unicef adına Somali, Kenya vb. yerlere yardım gezileri düzenlemiş. Bu kanatsız melek, 20 Ocak 1993'te henüz 63 yaşını doldurmadan, aramızdan ayrılmış.


Masum yüzü, güzel gözleri, asil duruşu, filmlerinde sıkça gördüğümüz hınzır/çocuksu gülüşüyle tam bir masal prensesi. Boyu 1.68'miş ve kilosu da 48miş. bu asalet abidesine benzemek için nelerimi vermezdim ki? En azından boy-kilo değerlerimle ortak bir nokta buldum :)

Dış güzelliği gibi, tertemiz kocaman bir kalbi varmış bu güzel prensesin. Dünyaya pozitif bakan gülümsemesi hiç eksik olmayan Audrey'nin kendi sözleriyle, güzellik sırları:


“Çekici dudaklara sahip olmak istiyorsanız, dudağınıza tatlı sözden başkasını dokundurmayın.
Güzel gözleriniz olsun istiyorsanız,güzel insanlarla göz göze gelin, gerçek dostlar edinip sık görüşün.
İdeal beden ölçülerine sahip olmak ve hep zayıf kalmak istiyorsanız, yemeğinizi yoksullarla ve açlarla paylaşın. 
Alımlı saçlara sahip olmak istiyorsanız, çocuğunuzun günde en az bir kere onu okşamasına izin verin. 
Dikkat çekici pozlar vermek istiyorsanız, yanınıza bilgelik ve tevazuyu alarak yürüyün, asla cahilce ve gururla yürümeyin. İnsanların da tıpkı elimizin altındaki eşyalar gibi, hatta onlardan çok daha fazla onarılmaya, yenilenmeye, bakım görmeye, gözden geçirilmeye ihtiyaçları vardır. 
Hiçbir insanı eskisi, bozuldu işe yaramıyor diye elinizden çıkarma hakkınız yoktur.
Hatırlayın, bir yardım eline ihtiyaç duyarsınız, kendi omzunuzdan kolunuza doğru göz gezdirin, dirseğinize ve bileğinize varın, işte orada bir yardım eli bulacaksınız.
Yaşlandıkça, iki elinizin olduğunu, birinin kendinize, diğerinin de başkalarına yardım etmek üzere yanınızda hazır beklediğini fark edeceksiniz. Bir kadının güzelliği giydiği elbisede, beden ölçülerinde ya da saçını tarayış biçiminde değildir. 
Bir kadının güzelliği gözlerinden okunmalı, çünkü gözler kalbe, yani aşkın yaşadığı ülkeye giden kapıdır. 
Bir kadının güzelliği yüzündeki benlerden değil, içinde sakladığı ruhundan okunur.”






Not: Artık http://benyazarkencokeglendim.blogspot.com/ adresinde de blog yazıyorum!

20 Mart 2012 Salı

Amerikan Yapımı "Olmayan" Yabancı Filmler


İzlediğim filmlerin 10'da 9'unun Amerikan yapımı olduğunu fark ettim. Amerikan Sinema'sının kalitesi tartışılmaz, Hollywood, film sektörünün kalbinin attığı yer, dünyanın pek çok yerinden yönetmenler, senaristler filmlerini burada çekmek için çabalıyor. Hollywood filmleri daha çok tanınıyor, daha çok gişe yapıyor.
Ben de bu blog yazımda, özellikle Amerikan yapımı olmayan, ve bu yüzden çok duyulma şansı elde edememiş, diğer bir deyişle "underrated" filmlerden bahsetmek istedim.


1- Jeux D'enfants

Bu, diğerlerine göre daha çok duyulma şansı yakalamış, dünyanın pek çok yerinden hayran kazanabilmiş olağanüstü bir film. Belçika/Fransa ortak yapımı. Bence yapılmış/yapılabilecek en güzel aşk filmlerinden biri. Marion Cotillard ve Guillaume Canet'nin kimyası, oyunculuklar, görsellik ve özellikle senaryosuyla diğer filmlere fark atıyor. Jeux D'enfants'ı izlemeden, "ben romantik filmleri" sevmem demeyin.


 2- Le Fabuleux Destin D'amélie Poulain

 Fransız filmi deyip, Amelie'yi atlamak olmaz. Benim gibi, aynı filmi tekrar izlemekten hoşlanmayan birine bile kendini 3 kez izlettirmiş, insanın içini iyilik, mutluluk, sevgi gibi güzel duygularla dolduran, sıcacık bir film. İmgelerin büyüsü, ayrıntılar... İnsanı büyülüyor. Hala izlemeyen varsa, kesinlikle tavsiye ederim.


 3- Nae Meorisokui Jiwoogae

Ayrıntılara dikkat edilip izlenirse seyir zevkini 2 katına çıkaran, benim gibi "ben filmlere ağlamam yaa!" diyen insanı son yarım saatinde hüngür şakır ağlatmış bir Güney Kore yapımı film. Ağlatma işini abartılı acıklı sahnelerle değil, kendiliğinden başardı, doğallığı sayesinde başardı. Ayrıca bittikten sonra, insana üzerinde düşünecek çok şey bırakıyor. etkisi uzun sürüyor.



4- Yeopgijeogin Geunyeo

 Yine Güney Kore yapımı, hem eğlenceli, hem yer yer duygusal, tesadüfleri güzel bir dille işleyen, hoş bir film. Ayrıca bu filmi ararken, "My Sassy Girl" ismiyle karşılaşırsanız, hemen uyarayım, bu filmin Kore versiyonu bu kadar çok tutunca, Hollywood yapımcıları gözden kaçırmamış, hemen kendi versiyonlarını çekmiş. Ben izlemedim, ama izleyenler tam bir felaket olduğunu söylüyor.



5- La Vita é Bella

Hayatınızın top 5 film listesini size yaptıracak, insanı derinden sarsan, sıcak, doğal, çok güzel bir İtalyan yapımı film. "Bu film, baba olanları daha çok etkiler diye" bir yorum okudum fakat hiç ilgisi yok, bu film güzel bir kalbi olan herkesi çok etkiler. 2. dünya savaşı konulu olsa da, savaş sahnelerine hemen hiç yer vermeyen, daha çok toplama kampı ve yahudilere yapılan işkenceleri konu eden, bunları bile hafif güzel bir şekilde anlatıyor. Ağlama garantili.


 6- The Pianist

 2. dünya savaşı demişken, kesinlikle atlanmaması gereken, etkileyici, duygusal bir film. Fransa/Polonya yapımı olup, bu film savaşın Polonya kısmını anlatıyor. Tek bir karakter üzerinden gitse de, savaşın, ırkçılığın bütün pisliğini gözümüzün önüne sermede çok iyi.



7- Ensemble, C'est Tout

 Sırf Guillaume Canet'nin olağanüstü sevimliliği/yakışıklılığı/karizması ve Audrey Tautou'nun şirinliği hatrına bile olsa izlenesi, 1,5 saatlik güzel bir film. 
Guillaume'den dolayı Jeux D'enfants veya Audrey'den dolayı Le Fabuleux Destin D'amélie Poulain ile karşılaştırırsanız umduğunuzu bulamazsınız. Fakat yine de, neredeyse onlar kadar naif, sıcak bir film. Film çok şey anlatmıyor gibi görünse de, insanların aşktan, sevgiden, bağlanmaktan korkmayıp içinde tuttuklarını söylemesi gerektiğini anlatıyor bize. Ve bir "merhaba"nın bir sürü kişinin hayatını etkileyebileceğini... Her şey çok doğal geliştiği için, içinde yaşatabiliyor. En azından 1,5 saatin sonunda yüzünüzde bir gülümsemeyle filmi bitirmeyi garanti ediyor.


 8- El Laberinto Del Fauno

Nam-ı diğer, Pan'ın Labirenti. Masalsı, güzel anlatımı, hayal gücünün sınırlarını zorlayan, başta çocuk filmi diye lanse edilse de, kesinlikle bununla alakası olmadığını ilk 15 dakikada belli eden, İspanya/Meksika yapımı bir film. "Anlatılmaz, yaşanır" dediklerinden, üzerinde çok söz söylemeye gerek yok, tek kelimeyle büyüleyici.



9- Lilja 4-ever

 Dokunaklı, insanı derinden sarsan filmlerden bir diğeri. Danimarka/İsveç yapımı olup, genel olarak 16 yaşında varoşlarda yaşayan Lilja, ve onun tam anlamıyla kontrolden çıkmış hayatını, çöküşünü anlatan bir film. Bittikten sonra, insanın içine bir şey oturuyor. Çok, çok gerçekçi.


10- Pride & Prejudice

Bir klasik olan "Aşk ve Gurur"dan başarılı bir uyarlama. Görsellik anlamında yemyeşil, yağmurlu İngiltere manzarasıyla büyüleyen, benim gibi 1800'lü yıllar, kabarık elbiseler, balolar, şatolar vb. özenci olan insanları daha da etkileyen, İngiliz/Fransız yapımı bir film. Baş karakter Elizabeth Bennet'ı, Keira Knightley canlandırıyor.


11- Perfect Sense

Yarı bilim kurgu, yarı romantik, insani değerler hakkında düşündüren Danimarka/İngiltere yapımı, Ewan McGregor'lu, etkileyici bir film. Ayrıca filmle bağlantısız olarak, filmi izlerken sürekli, "Kuzey Avrupa'da yaşıyor olsam, garanti sigara içerdim. Bu kasvetli ambiyansa çok yakışıyor" diye düşündüm. 



12- Micmacs A Tire-Larigot

Fark ettim ki, yazıda Fransız filmlerinden bahsederken, hep görselliklerine değinmişim. Adamlar gerçekten biliyorlar bu işi, çok değerli sanat yönetmenleri yetiştiyorlar. Micmacs da işte böyle görsel anlamda doyurucu, ayrıca insanın içini ısıtan güzel bir film. Belki kahkaha attırmaz, ama bol bol gülümsetir.


Hollywood yapımı olmadığı için, diğerlerine göre daha kenarda kalmış filmlerden, benim izleyip çok beğendiklerim şimdilik bunlar. Blog da iyiden iyiye filmlere yönelmeye başladı, bakalım :)

18 Mart 2012 Pazar

Selvi Boylum, Al Yazmalım







Dünkü blog yazımda bahsedince fark ettim, ben bu filmi çok özlemiştim. geçen yıl hd versiyonu çıktığında, sinemada izleyememiştim. pırıl pırıl görüntüyle izlemek bugüne kısmetmiş.


Bu filmin bendeki yeri çok ayrı. 13 yaşımdan beri belki 20 kez izlemişimdir. televizyonda ne zaman görsem izledim. hala son sahnede göz yaşlarımı tutamam. hala etkiliyor beni. bu filmde beni bu kadar etkileyen ne gerçekten bilmiyorum. farklı bir büyüsü var. Kadir İnanır ve Türkan Şoray'ın inanılmaz uyumu mu? çerçeveletilesi efsanevi replikleri mi?



 




Filmde, İlyas'ın iş arkadaşı Can hariç kötü karakter yok aslında. Dilek, kimilerine göre kötü birisi. bence hiç değil. İlyas işi bırakacağı zaman "deli olma. karın var, çocuğun var onları düşün" demedi mi? İlyas, onun evine sığındığında, kendi elleriyle "o senin karın. ben de sevdim ama..." diye göndermedi mi? dilek aşık bir kadının yapabileceği en fazla şeyi yaptı.


Cemşit, bu hikayenin iyi kalpli yan karakteri, oysa ki İlyas'ın da dediği gibi, "onların hayatını değiştiren" karakter. Asya istese, 30 yıl da konuk ederdi evinde, hiç bir şey beklemeden. Asya nikahlı karısı olmasına rağmen, İlyas'la gitse tutmazdı. kendi iç sesinde bile iyi niyetliydi o, "eski kocası olduğunu bilsem getirir miydim? getirirdim. yaralıydı."


Bilindiği gibi, filmin yapım aşamasında Türkan Şoray, İlyas'lı bir son istemiş. iyi ki reddedilmiş. filmin mesajı bu değil çünkü. filmin mesajı asya'nın iç sesinde özetlediği gibi. "aşk coşkun akan dere, sonbahar rüzgarıyla ürperen yapraklar. dere durulur, yapraklar kurur" yani aşk gelip geçici, ama emek verilerek kazanılmış bir sevgi ömür boyu kalıcı. İlyas onun aşkını kazandı, Cemşit sevgisini.


İlyas, Dileğin evindeyken Dilek onu göğsünden öptüğünde, Asya pencereden görmüştü ya onları. sonra kendi kendine "ben kocamı hiç göğsünden öpmedim" demişti ya. ilişkilerine dair güzel bir ayrıntıydı o. evet Asya ve İlyas aşıktı birbirlerine. ama sanki bir mesafe vardı aralarında. daha doğrusu sadece aşktı onları bağlayan. paylaşım yoktu. İlyas işini kaybettiğinde gelip Asya'yla paylaşmamıştı, "yanında rahat edebileceğim tek insan Dilek" deyip ona gitmişti.


Filmi bu kadar anlamlı yapan, karakterlerin iç sesleri. iç seslerdeki replikler o kadar güzel ki. çok başarıyla kullanılmış.


"elinden tutuversem, benimle gelir mi?"  "seninim işte, alıp götürsene beni."
"elini tuttum. sıcacıktı. yüreği elimdeymiş gibi."
"durursam bir daha kurtulamam. yüreğim kaydıysa günah mı?"
"sevgi neydi? sahip çıkan dost, sıcak insan eli, insan emeği, iyilikti sevgi... sevgi emekti"
"elveda Asya'm. elveda selvi boylum, al yazmalım, kadınım. bitmemiş türküm benim."





16 Mart 2012 Cuma

Eski Türk Filmleri

İlkokul döneminde, çizgi filmlerle birlikte izlemekten en keyif aldığım şeyler, eski türk filmleriydi. genellikle 60'lı, 70'li yıllarda çekilmiş, mutluluk, huzur, sevgi dolu filmler. "iyilik" ve "kötülük"ün keskin sınırlarla birbirinden ayrıldığı, abartılı örnekler ve karakterlerle insanlara iyimserliği, iyi niyetli olmayı aşılayan bu filmleri, küçüklükten beri izlemeyi çok severim. fakat şu sıralar televizyonda eski türk filmlerini yayınlamak konusunda bir kıtlık var, maalesef. eskiden özellikle bu öğle saatleri, kadın programları yerine türk filmleriyle dolu olurdu.

Ayşecik, Ömercik, Sezercik, Tarık Akan'lı, Hülya Koçyiğit'li, Ediz Hun'lu, Adile Naşit'li, Hulusi Kentmen'li, Münir Özkul'lu filmler favorimdi. "Selvi Boylum, Al Yazmalım" gelmiş geçmiş en sevdiğim türk filmi olmasına karşın, onunla daha geç, ortaokul yıllarımda tanıştım.

Hayat Sevince Güzel:

iyilerin sonsuza dek iyi niyetli kaldığı, kötülerin de filmin sonuna doğru melek gibi olduğu klasik eski türk filmlerinden biri. hı, bir de özellikle zenginlerin kötü olduğu, yabancı müzik dinledikleri unutulmamalı :) "hayat sevince güzel" özellikle star tv ve yeşilçam tv'nin vazgeçilmezlerinden biriydi.
6-7 kez izlemişimdir bu filmi, hepsinde de büyük bir hayranlıkla. 1971 yapımı bir film, 70'li yıllar türkiye açısından pek de parlak yıllar değil bildiğiniz gibi. bence o yıllarda bu tarz mutluluk, iyimserlik vs. aşılayan filmler yapılmasının psikolojik anlamda olumlu etkileri olduğunu düşünüyorum.
özellikle şu ünlü, bütün ayvalık halkının kol kola "seveliim, sevelim, seveliiiim" diye dans ettiği sahne yok mu! sonunda da, o zamanlar 16-17 yaşında olan ayşecik çıkıp bir konuşma yapıyordu "küçükleri sevelim, büyüklere saygı gösterelim" minvalinde. şu an çok absürd ve komik gelebilir, fakat 70'li yıllardan bahsediyoruz, sinemada abartı, extrem olaylar hakim. üstelik bence eğlenceli de. nerde şimdi böyle masum, iyimser filmler? http://www.youtube.com/watch?v=khpolb_ZFew


ama benim bu filmde favori sahnem başka. hani şu ayşecik'in, teyzesinin hizmetçileriyle alışverişe çıktığı, pahalı elbiseler alıp aniden istanbul hanımefendisine dönüştüğü, elbiselerle birlikte bir anda şivesinin de düzeldiği sahne yok mu. hizmetçilerden biri "ayşee, ne güzel olmuşsun!" dediğinde, rolüne fazlasıyla bürünen ayşeciğin, "sus, biliyorum." demesi. tanrım o nasıl bir ego!
filmin sonunda ayşeciğimiz sakat kaldı, barışmalarına yardımcı olduğu teyzesi ve teyzesinin eski sevgilisiyle birlikte yurt dışına gitti. devamını göremiyoruz, ama pollyanna'mız mutlaka iyileşmiştir. iyileşmese de ne gam! o mutlu olmanın bir yolunu bulur.


Delisin:

Alev ismi türk filmlerinde genellikle kötü karakterlere verilirdi (nedenini asla anlayamadım), "Delisin" ise ; Alev adlı esas kız ve Ferit'in (Tarık Akan adını Ferit olarak değiştirmeyi hiç düşündü mü acaba?) aşkını anlatan bir film. eğer hatırlamadıysanız, "şemsiyeli film". şimdi hatırlamışsınızdır :) güzel, eğlenceli ve mutlu sonlu filmlerden biri.



Seven Ne Yapmaz:

Bu filmin abimle bence çok ayrı bir yeri vardır. hala, alt geçitli sahneleri hatırlayıp güleriz. filmde öyle bir alt geçit vardı ki, istanbul'un her yerine açılıyordu. ordan geçmeden bir yere gidilmiyordu. Kartal Tibet ve Hülya Koçyiğitli hafif dram, zengin kız-fakir oğlan konulu, yanlış anlaşılma dolu, ama tabi ki mutlu sonlu güzel bir filmdi.

Sezercik Aslan Parçası ve Sezercik Yavrum Benim:

Ah acımasız çocuklar, bitmedi zavallı Sezerciğin dramı. her filmde bir "piç! piçsin sen!" ve "Allah baba, piç değilim ben :(" şeklinde bir sahne olurdu. Yavrum Benim'in ünlü sahnesi de, Sezerciğin şeker sattığı sonra da "çok mu tatlı? bir gün ben de yiyycem" dediği sahne. şeker sahnesinden önce de Sezerciğin makus talihini yenip, bir anda atarlara gelip çocuk dövdüğü sahne vardı http://www.videotubetc.com/musicvideo.php?vid=32e296f12

Gülşah ve Gülşah Küçük Anne:

Hülya Koçyiğit'in çıtı pıtı kızı, (şimdi 42 yaşında olmuş! ) Gülşah'ın oynadığı filmler de eğlenceliydi. Gülşah'ta dadılarını evden kovup, en sonunda Hülya Koçyiğit'le mutlu olan zengin kızı, Küçük Anne'de de hasta annesine, hapisteki babasına ve bebeklere bakmak için arkadaşıyla sokaklarda balon vs. satan bir kızdı.

Bizim Aile:

Adile Naşit ve Münir Özkul ikilisinin, dram filmi. Yaşar Usta'nın şu tiradını bilmeyen yoktur sanırım http://www.youtube.com/watch?v=qmrxTOPt0gA . güzel bir filmdi, aile bağları, kardeşlik ilişkileri ve tabi ki zengin kız-fakir oğlan konularını işliyordu :)

Neşeli Günler:

Defalarca izlediğim türk filmlerinden biri. "turşu limonla mı yapılır, sirkeyle mi?" tartışması sonucu ayrılan, 6 çocukları 3-3 bölüşen Adile Naşit ve Münir Özkul'lu komik, doğal, güzel bir filmdi. Şener Şen de hayırsız amca rolündeydi. hatırladığım kadarıyla bu filmde kötü bir karakter yoktu, sadece kendi çekişmeleri vardı.

Selvi Boylum, Al Yazmalım:

Favori filmimi sona sakladım. romantik, dokunaklı, duygusal, bol aforizmalı, düşündürücü bir film. filmin mottosu "sevgi neydi?". filmi izleyen hemen herkes empati yapmıştır, ben Asya olsam, İlyas'ı mı seçerdim, Cemşit'i mi diye. evet Asya olsaydım, büyük ihtimalle Cemşit'i seçerdim. ama filmi izleyen birisi olarak, İlyas'ın gitme nedenlerini, yanlış anlaşılmaları, yada İlyas'ın çektiği acıları görünce, tabi ki Al Yazmalı, Selvi Boylu'sundan vazgeçmemeli diye düşünüyorum. Şu sahne var ya, bu sahneyi defalarca gözlerim dolu dolu izlemişimdir http://www.youtube.com/watch?v=NcG1DgXq9dk


Kalite anlamında günümüz filmleriyle kıyaslanamazlar belki. yada o yıllarda Godfather, Star Wars vs. yapılırken, bunlar basit kalıyor olabilir. senaryo, oyunculuk vs. yine iyi değil. fakat doğallık konusunda, eğlence ve absürdlük konusunda kesinlikle eski türk filmleri rakipsiz! izlemekten asla bıkmayacağım, çok güzel bir miras.