26 Ocak 2012 Perşembe

Türk Kahvesi






Ruhu olan kahve çeşidi, Türk Kahvesi. sadece bir içecek, bir kahve çeşidi değil, toplumsal kültürümüzü hemen her alanda etkilemiş bir unsur bu.

Günün ilk öğünü olan "kahvaltı" kahve içmeden önce yenen şey anlamına geliyor. yani sabah yenilen şeyler, sadece kahveye hazırlık. araç değil, amaç olan bir kahve.

Kahvehane kavramı da kahve kadar eski. Kahvenin ilk kez Osmanlı'ya gelmesiyle, kahvehaneler açılmış. tabi ki o zamanlar, şimdiki gibi fosur fosur sigara içilen, maç, iddia, at yarışı muhabbeti yapılan, okey oynanan yerler değil kahvehaneler. son derece sofistike mekanlar. şiirler okunan, hikayeler anlatılan, hatta satranç oynanan yerler. kültürel anlamda gittikçe geriye giden toplumumuz, kahvehaneleri de yozlaştırmayı başarmış.

Kız isteme merasimlerinin vazgeçilmezi bu kahve. ben hiç Türk Kahvesiz kız isteme duymadım, görmedim. tabi ki, kız isteme kahvesinin de kendine göre bir adabı var. müstakbel damat bey kişisinin kahvesine 1 çay kaşığı tuz atılır. amaç, damadın buna itiraz edip etmeyeceğini görmektir. etmezse iyi, uyumlu, ve eşi kötü yemek yapsa bile alttan alan bir eş olacağını gösterir. tabi ki herkes bu numarayı bildiği için, ses çıkarmadan içilir o tuzlu kahve.

Bir "altın günü" düşünün ki, "x hanım çok güzel fal bakar, hadi kahve yapalım da bize fal baksın" muhabbeti dönmesin. Telvesinden fal bakılan tek kahve türüdür, Türk Kahvesi. Her ortamda mutlaka bir fal bakan olur. işin püf noktası, insanlara istediği şeyleri söylemekte, o yüzden tanıdık kişilere bakmak daha kolay. ben de çok fal baktırdım, baktım ordan biliyorum.

Köpük, Türk Kahvesinin olmazsa olmazıdır. herkes de kotaramaz bu köpük işini. aceleye gelmez, yavaş yavaş pişmeli kahve. İzmir'de Kızlarağası Han'ında fincanda pişen kahve içmiştim. fincanı ona göre, dibi daha kalın ve gerçek porselenden olacak. fincanda pişen kahve, neredeyse yarısına kadar köpük oluyor, tavsiye ederim. fakat sakın ince porselenle yapmayı denemeyin, hemen çatlıyormuş.




Sanılanın aksine çok da sağlıklı bir kahvedir, Türk Kahvesi. diğer kahvelere göre daha az kafein içerdiği halde, daha hızlı uyku açar, suyla içilirse mideyi rahatsız etmez. fakat su, kahveden sonra değil, içmeye başlamadan önce içilmeli.

Kokusu, dünyanın en güzel kokularından biridir. insanı kendine getirir, huzur verir hatta. ayrıca burundaki koku alma reseptörlerini uyardığı için, parfüm satılan yerlerde mutlaka bir kapta kuru kahve bulunur. hem yorulan reseptörleri kendine getirir, hem de diğer kokulara karışmasını önler.

İdeal kahve ikramı; likör, su ve lokum ile.




25 Ocak 2012 Çarşamba

Star Wars I - II - III Hakkında

Bütün Star Wars filmlerini 3-5 sefer izlemiş olan, dizisini izleyen, hakkında bir ton araştırma yapmış, yani filmler ve diziler dışında da bilgi sahibi olan bir abiye sahip olup, nasıl bu yaşa kadar hiç bir filmi izlemediğimi merak ediyordum. Hangi diziye baksam mutlaka bir gönderme yapılıyordu. Friends, Chuck, Scrubs, How I Met Your Mother şimdilik aklıma gelenler. Milyonlarca hayranı vardı, hit karakterler, ayrı gezegenler, galaksiler vs. apayrı bir dünyaydı, ilgimi çekiyordu. Fakat izlemeye başlayamama nedenim, abimin beni ilk üçlemeden mi son üçlemeden mi başlatacağına karar verememesiydi. Sonunda 1. filmden başlamaya karar verdik, bence en akıllı seçim.



Dünya üzerinde yaşayıp da, Anakin'in Darth Vader olcağını bilmeyen yoktur zaten. Ben de akıbetini bildiğim için, daha ilk filmde Anakin'in o sevimli küçük çocuk hallerini gördükçe içim acıdı. Ayrıca, Anakin'in "İsa"ya olan benzerliğini de fark etmeyen yoktur. Babası yok, kendi kendine oluşmuş, daha küçük yaşında çok yetenekli ve yardımsever bir çocuk. Zaten george lucas çok fazla yerden esinlenmiş. Jedi felsefesinin temeli budizm zaten.

Favori karakterlerimin Jar Jar Binks, R2 ve C3PO olması çok mu garip diye düşünüyordum ama özellikle R2'nun çok fazla fanı varmış zaten. R2 bu serinin olmazsa olmazı. Obi - Wan'dan daha kahraman, Anakin'le de yarışır bence. Ayrıca C3PO'yla aralarındaki duygusal bağ da gözlerden kaçmıyor. Yalnız R2'nun 3. filmdeki şu sahnesi kopardı, bütün karizması gitti gözümde. http://www.youtube.com/watch?v=91zgF3j-dZI&feature=related
Jar Jar Binks de ilk filmde böyle aptal ama sevimli bir karakterdi, 2. filmde bir baktık senatör olmuş bizimki.

Padme, yaktın çocuğun başını ah Padme. Yalnız evlilik aşkı öldürüyo lafı külliyen yalan, bunlar evlenince daha bir aşk dolu bakar oldular. Ah Padme hem sana hem Anakin'e çok yazık oldu. Naptıysa aşkı için yaptı Ani, zaten bu sebeple kimse ona kötü bir karakter diyemiyor ya. Üstelik çocukcağızın o hale gelmesinde jedi konseyinin de etkisi büyük. Biliyorsunuz bu çocuk rütbe seviyor. Biliyorsunuz bu çocuk sabırsız. Bu çocuk deli, annesi ölünce bi ırkın kökünü kuruttu. Sabır padawan sabır deyip durdular, valla iyi dayandı Ani. Bi Master olsa hiç bunlar olmayacaktı. Ki padawan haliyle ne büyük işler başardı, bir çok master jedi'ın hayatında göremediği savaşlara katıldı, gerçekten hiç takdir edilmedi. Bir de annesinden ayrı kalması, üzerine annesinin ölümü Ani'yi çok etkiledi. Son anda bile "annem gibi senin de ölmene izin vermeyeceğim Padme" dedi ya. Çocuğun tek derdi ölümün önüne geçmek. Hı sonunda Padme'ye bir yararı olmadı o ayrı. Hatta Obi- Wan'ı görünce kıskançlıktan force'la boğazına sarıldı kızın. Ah kıskançlık, ne insancıl ne gerçek ve zararlı bir duygu.

Obi - Wan. daha dün gece 3. filmi izlediğim için hala etkisindeyim. Nasıl kıydın be insafsız? Ben daha kolu gittiğinde depresyona girmiştim, gitti çocuğun ışın kılıcı tutan kolu demiştim, sen kalk kardeşim dediğinin iki kolunu, iki bacağını kes, lavlar arasında bırak. Kardeş kardeşe yapmaz bunu Obi, hatalısın. Gerçi çocuk padawanları öldürerek nefret ettirdi kendinden Ani, ama yine de yapılmaz. Gitmedi gözümün önünden şu görüntü, rüyama girdi hatta:http://www.youtube.com/watch?v=2vMUj8bKr2E&feature=related




Ah şu sevimli çocuk ne hallere geldi.






Yoda, daha hiç bir filmi izlemeden bile sana gıcıktım. Nesin sen öyle, Darth Sidious'un dediği gibi "küçük yeşil arkadaş" ? Sözde mediclorian'ların herkesten fazlaymış, bir Anakin kadar değil tabi, ama nerde bi savaş var, bakıyoruz Yoda dış halka gezegenlerinden birinde, Kashyyyk'te, yok efendim tapınakta, böyle kaça kaça kurtardın paçayı şu yaşına geldin master oldun. Daha iki lafı bi araya getiremiyorsun, inat mı yapıyorsun evladım, bir cümle bu kadar devrik kurulmaz ki? Hayır bi ara devrik cümle zeka göstergesi diye bir muhabbet vardı, ondan etkilendi herhalde. Yine de, teke teklerde iyi bu küçük canlı, hakkını yememek lazım.

George Lucas'ın çok şeyden esinlendiğini söylemiştim, bu Obi- Wan ve Anakin'in son düellosunun yapıldığı gezegenin adı "Mustafar". George Lucas, bu isim için Atatürk'ten etkilendiğini söylemiş. Tabi böyle lavlarla kaplı değil de daha güzel, çiçekli böcekli huzurlu bir gezegene adını verseymiş daha güzel olurmuş.

Filmleri izlemeden çok öncehttp://ingridsnotes.files.wordpress.com/2010/09/harrypotterstarwars.gif şunu görmüştüm, benzerliklerini biliyordum. Gerçi burada Luke ve Harry'nin benzerlikleri yazılmış, ama bence Anakin'le Harry'nin benzerliği de çok fazla. Daha o doğmadan önce bir kehanette onun seçilmiş kişi olduğu görülüyor. Harry Potter severlere tanıdık gelmiştir bu olay. J.K Rowling'in de bundan esinlendiği çok belli.

Star Wars, beklediğimden çok daha derin ve çok çok daha güzel çıktı. Hakkındaki bütün övgüleri hak ediyor. Ki bunu daha ilk 3 filme göre söylüyorum, "Efsane Seri" ünvanını fazlasıyla hak ediyor.


Dizilerdeki Star Wars göndermeleri:






19 Ocak 2012 Perşembe

Gizemli Organ: Beyin

Unutmak diye bir şeyin hiç olmadığını düşünüyorum. hiç unutmuyoruz aslında, derinliklere itiyoruz sadece. anılar yok olmaz gibi geliyor, nasıl yok olsun ki nereye gidecekler beyinden dışarı? mesela kendimi çok zorlasam, doğduğum anı hatırlarım diye hissediyorum. çok zorlamam lazım ama, hipnoz vs. gerekir belki.

Düşüncelerin bir ağırlığı var mıdır acaba? nasıl düşünüyoruz, nasıl beynimizde her şeyi canlandırabiliyoruz, nasıl bu kadar şeyi aklımızda tutabiliyoruz. beynimiz kaç terabyte'tır mesela? küçük çocukların beyni sünger gibi, o kadar boş ki, ne öğretsen hızlıca alıyorlar. peki çok uzun yaşayan, ve yaşadığı sürece sürekli beynini meşgul eden insanların bir noktadan sonra beyni tıkanıp yeni şey almayı reddediyor mudur?

Beyne bakıyorum, bakamıyorum tabi hiç gerçek beyin görmedim ki. kuzu beyni görmüştüm ama, sokakta cam bir tezgahta, üstünde "beyin söğüş" yazıyordu. neyse demek istediğim, beyin de diğer organlar gibi, bağırsak gibi, apandis gibi bir organ. kanla besleniyor, kıvrımları var. niye düşüncelerimiz orada? nasıl birikiyor orada? kuzunun beynini söğüşlerken anıları üstünde mi kalıyor, yıkayınca gitmiş midir mesela?

Rüyalar da çok ilginç. ben 7-8 yaşımdayken, çizgi filmde miydi gerçek miydi bilmiyorum, rüyaları kaydetmekle ilgili bir çalışma vardı. o zamandan beri hayalim. sadece rüyaları kaydetmek değil, bazen bazı düşüncelerimi bir ekrana yansıtıp herkese göstermek istiyorum. bazen gözünün önüne biri gelir, ama kim olduğunu hatırlayamazsın ya, çok iyi olurdu o durumlar için. yada bir şarkı mesela, direk beynimden bir kabloyla bilgisayara atıp dinletip bulsam. ne güzel olurdu. konuyla ilgili bunu buldum, ama benim dediğim daha eski bir haber: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/16156020.asp

Neyse, rüya diyordum. siyah beyaz rüya görmüşlüğüm var mesela. bir keresinde ingilizceydi hatta rüyam. rüyalarına göre gelecek yorumları yapanları da hiç anlamam. rüya bu, senin kurgun, nasıl gelecekten olsun ki? benim rüyalar için yorumum, uyurkenki düşünme, hayal kurma eylemi. bazen fark ediyorum çünkü, hani tam uykuya dalmadan ama böyle beynin uykuya geçiş sürecindedir ya, o an kendim düşünüp, gözümde canlandırdığımı fark ediyorum. kısacık bir an, fark edince kendime geliyorum zaten.

Düşünmek çok hızlı gerçekleşiyor. bazen içimden kendimle konuşurken (evet hepiniz yapıyorsunuz biliyorum ) çok uzun zaman olmuş gibi geliyor. seviyorum beynimdeki cansu'nun muhabbetini, zaten daha kafa dengi birini bulamazdım değil mi?

Çok farklı bir şey anlatmak için başlamıştım bu yazıya, çok farklı yerlere gitti. bu da böyle olsun artık.


15 Ocak 2012 Pazar

Fransızca Öğrenme İsteği Arttıran Şarkılar


Lafa "Havayı koklayan adam" gibi girmek istemezdim ama, yurdun dört bir yanında balkanlardan gelen yağışların etkili olduğu şu günlerde, içimizi saran melankolik havaya en uygun şarkılar, kuşkusuz ki fransızca şarkılardır. sırf dilinden dolayı, fransızca bir çocuk şarkısı bile dinlesem, beynim onu otomatik olarak romantik bir şarkı gibi algılıyor.

Büyük ihtimalle şu an sizin de yaşadığınız yerde yağmur yağıyordur, hava kapalıdır. sizler için, bu ambiyansa uygun şarkılar seçtim.

Duygusal Fransızca Şarkılar:

İlki, first lady'den, Carla Bruni- L'Amoureuse -http://www.youtube.com/watch?v=Me7wlASiKUg

Noir Desir-Le Vent Nous Portera - http://www.youtube.com/watch?v=NrgcRvBJYBE

Klasiklerden biri, Michel Fugain - Une Belle Histoire http://www.youtube.com/watch?v=PtWLLQTDXAw

Patricia Kaas - Les Hommes Qui Passenthttp://www.youtube.com/watch?v=ycekLtDDGnc

Fransızca deyip de, Edith Piaf'sız olur mu?

Edith Piaf - Non Je Ne Regrette Rienhttp://www.youtube.com/watch?v=Q3Kvu6Kgp88
Edith Piaf - La Vie En Rose http://www.youtube.com/watch?v=0NdmIpHKfgk


Daha Neşeli Fransızca Şarkılar:


Amelie Les Crayons - Ta P'tite Flamme - http://www.youtube.com/watch?v=wi262WKivp4



Françoise Hardy - Comment Te Dire Adieu -http://www.youtube.com/watch?v=UFmrC_W6AXg



keyifli pazarlar dilerim :)

Not: Artık http://benyazarkencokeglendim.blogspot.com/ adresinde de blog yazıyorum!

14 Ocak 2012 Cumartesi

Çizgi Filmler ve Psikolojisi Bozuk Nesil

Ağır dram dizilerini, filmlerini seven toplumumuz, şimdi de gözünü çocuklara dikti. televizyon başında ağlama yaşını 2,5'a indirmeyi, psikolojisi bozuk toplumu çekirdekten yetiştirmeyi hedefleyen uzmanlar, ilk adımını pepee ile attı.

bir çizgi film karakteri düşünün ki, hemen her bölümde "keşke düşmeden yavaşlasaydım", "insan sevdiğini hiç üzer mi?" veya "pepee çok üzülüyor" diye ağlasın. happy tree friends izleseler daha iyi.
"bizim kültürümüzü yansıtsın" diye hazırlanmış bu çizgi film. halay, zeybek vs.ye yer verirken iyiydi de, toplumumuzun bozuk psikolojisini yansıtmasaydı keşke.







ben kanal d çizgi film kuşağı ve fox kids ile büyüyen nesildenim. bizim çizgi filmlerimizde, herkes bir şekilde mutlu olurdu, iyiler kazanırdı, kötüler de bir şekilde içindeki iyiliği gösterirdi zaten. ayrıca gerçekten çok eğitici-öğretici çizgi filmler de vardı. mesela fox kids'te "neden neden ailesi" diye bir dizi vardı ki, hala abimle muhabbetini yaparız, genel kültür, bilim vs. üzerine bütün temelimiz oradandır.






En genç moda ikonu

daha annesinin karnında tartışmaların gündemi olan hollywood'un ünlü bebeklerinden. doğumunda babasının plasentasını yemesiyle gözleri üzerine çevrilen. o, 3.5 yaşından itibaren milyon dolarlık gardırobunu kendisi düzenleyen. dünyanın en genç, en küçük moda ikonu : suri cruise.

evet 5 yaşındaki bu "ünlü bebek" bir çok kişiyi elbiseleri, montları, ayakkabıları, kendi kombinleriyle kıskandırıyor. her ne kadar, küçük yaşında giydiği topuklu ayakkabılarla, rujlarıyla tartışma konusu olsa da, annesi katie holmes bile ondan tavsiyeler aldığını itiraf ediyor.

kendisinden 1 ay küçük, diğer bir ünlü bebek shiloh jolie-pitt erkek kardeşlerine özenip erkek gibi giyine dursun, suri millete imagemaker'lık yapabilecek seviyede.














İnternet rating'i yüksek tv rating'i düşük diziler

Bir televizyon dizisinin, yapımcılar açısından varoluş sebebi bildiğiniz gibi reklamlardır. bir dizi, ne kadar yüksek rating alıyorsa, yayın saatinde o kadar çok reklam alır, ve bu şekilde dizinin bütün giderleri finanse edilir. gel gelelim, internetin yaygınlaşması ve bir çok kaliteli dizi izleme- indirme sitesi, saatlerini altyazıya harcayan insanlar olduğundan beri yerli-yabancı dizilerin izlenme oranı düşüşte. aslında, isteyen istediği anda ulaşabildiği, televizyondan izleme zorunluluğu olmadığı için, daha büyük izleyici kitlesine, farklı ülkelere yayılma şansı artıyor. fakat bu ratinglere olumsuz yansıdığı için, bir çok kaliteli dizi iptal edilmek zorunda kalıyor.


                                              Chuck


mesela izleyenler, veya duyanlar bilir, "chuck" bir çok ülkede çok fazla izleyicisi olan bir dizi. fakat özellikle genç kesime, yani interneti daha çok kullanan bir kitleye hitap ettiği için, ratingleri düşük. bakıyoruz, internetten binlerce, milyonlarca indiren var. fakat böyle pahalı bir yapım reklamsız olmuyor tabi. neredeyse her sezon, iptalin eşiğine geldi, fakat sadık izleyici kitlesinin mail, mektup vs. protestolarından dolayı her sezonu atlattı. ta ki bu sezona kadar. kanal yönetimi artık daha fazla devam edemeyeceği için, 5. sezonun sonunda bitirme kararı aldı.




                                   Fringe



aynı kaderi paylaşan bir diğer dizi de fringe. facebook fan page'indeki üye sayısı bile, ratinglerinin çok üstünde. chuck gibi, o da ajanlar üzerine ve pahalı bir yapım, dolayısıyla 4. (yani bu sezonun sonunda ) fox yönetimi iptal kararı almış gibi. zamanında onun için de kampanyalar düzenlendi, hatta fox'un müdürü "lütfen yine mektup kampanyası başlatmayın" diye rica etmiş.