27 Şubat 2012 Pazartesi

84. Oscar Ödül Töreninin Ardından


Son bir kaç yıldır olduğu gibi, Oscar sahipleri bizi hiç şaşırtmadı. aylardır zaten kulislerde tartışılan isimler/filmler beklendiği gibi ödülleri aldı.

Ödül alanlar; The Artist, Hugo'yla birlikte ödülleri toplaması beklenen bir filmdi. siyah beyaz olması, tamamen sessiz olması filmi yeterince ilgi çekici yapıyordu. ilginç filmleri seven akademinin gözünden kaçmadı tabi. 8 dalda adaydı, ben en az 4 ödülle ayrılacağını tahmin ediyordum, tam 5 ödül alarak Hugo ile birlikte bu yıla damgasını vurdu.

Midnight in Paris, Best Picture ve Original Screenplay ödüllerini almasını bekliyordum ki Orginal Screenplay ödülünü aldı. ben çok beğenmiştim bu filmi, rakipleri çok güçlü olduğu için tam olarak hak ettiği ilgiyi göremedi.

Hugo, 11 dalda aday olduğu için, 5 ödül alması pek şaşırtmadı. büyük ödülleri The Artist'le aralarında paylaştılar, ve özellikle teknik ödülleri kazandı. bence hak ediyordu da, fakat bütün ödüllerin Hugo ve The Artist'e yoğunlaşıp diğer filmlerin fazla göz ardı edilmesi üzücü oldu.

Akademinin Brad Pitt'e ödül vermeme konusundaki ısrarı yüzünden, yine ödül alamadan ayrıldı. adam milyon tane başka ödül aldı, fakat Oscar olmadı bir türlü. o da The Artist'in gazabına uğradı diyebiliriz. aynı şeyler, Gary Oldman için de geçerli, kuşkusuz.

Meryl Streep, ne akademi onu aday göstermekten bıktı, ne o ödül almaktan. 17. adaylığı ve 3. ödülü oldu bu. her ne kadar The Iron Lady'yi henüz izlememiş olsam da, yine mükemmel bir performans sergilediğini ve bu ödülü sonuna kadar hak ettiğini tahmin edebiliyorum. sevindiğim bir ödül oldu.

Christopher Plummer, 82 yaşında Oscar'ı kazanan isim oldu. "You're only two years older than me, darling. where have you been all my life?" yorumuyla güldürdü :)

Harry Potter, 10 yıllık serüvenini hiç Oscar kazanamadan tamamladı. bu son şansıydı, ama Deathly Hallows Part 2 ile kazanamayacağı belliydi. yine de, gönül isterdi ki önceki yıllarda orijinal senaryo veya müzik kategorisinde ödül kazansaydı.


Gelelim pek çok kişinin ödül törenini izleme sebebi olan "Kırmızı Halı"ya. bence bu yıl, geçen yıllara göre fazla sönüktü. yine güzel ve orijinal kıyafetler vardı, fakat çok fazla değildi.

Erkeklerin kısıtlı seçme şansı olduğu için, en fazla smokinlerinin kalitesi, bir kaç dikiş/model farkıyla bu şıklık yarışına katılabildiler.

Angelina Jolie, bence elbisesi çok şıktı. fakat adına twitter hesapları açılan, 9gag'i sallayan sağ bacağı için aynı şeyi söylemek mümkün değil. kesinlikle o bacak bağımsızlığını ilan etmiş olmalı. yoksa saatlerce onu öyle sağa dönük ve dışarıda tutmak pek mümkün değil. ayrıca Angelina'nın anoreksiya yolunda olduğu da gözlerden kaçmadı. üzüldüm açıkçası bu haline. gerçi, kadın iskelet mi iskelet, yine de ödül törenine Brad Pitt'in elini tutarak geldi mi? geldi. burdan fark attı bir kez.

Brad Pitt, Benjamin Button effect'ten kurtulamamış, bu adam babamdan yaşlı inanılır gibi değil. çenesinde üç beş kırlaşmış sakal, göz kenarlarında hafif kırışıklıklar olmasa 30 derdim. şimdi 35 diyorum. hayır katiyen 49 demiyorum!










Natalie Portman, her zamanki gibi çok güzel ve zarifti. Her ne kadar elbisesini gece için biraz spor bulsam da çok yakışmıştı. Ama takılar biraz alakasız kaçmış. Yine de, kim der ki bu kadın daha bir kaç ay önce doğum yaptı!









En iddialı elbiselerden biri de Jennifer Lopez'e aitti. derin göğüs dekoltesi ve kalçalarını ön plana çıkaran bu elbise, onun klasik zevkinden.







Gecenin kuşkusuz en orijinal elbisesi Gwyneth Paltrow'a aitti. Elbisenin arka tarafındaki pelerinimsi parça ve takı kombiniyle bence çok şık ve zarif duruyordu, çok beğendim.









Sacha Baron Cohen, nam-ı diğer Borat, erkeklerin kısıtlı seçimine uymayarak, filmde canlandırdığı diktatör kıyafetiyle katıldı. her ne kadar, geceye renk katsa da, kırmızı halıya kül dökerek kirletmesi ve şımarık davranışlarıyla tepkileri çekti.






Son olarak, Jessica Chastin'in siyah altın işlemeli elbisesini ve Milla Jovovich'in tek omuzlu beyaz elbisesini çok beğendim. ikisi de çok şık olmuştu.









12 Şubat 2012 Pazar

Bir Diziden Çok Daha Fazlası: Friends




Öyle bir dizi ki bu, 2 kez baştan sona izleyip, sonra yarım yamalak comedymax'ten takip edip, artık her bölümünü, her sahnesini ezberleseniz de; canınız sıkılınca, başka dizi izlemek istemeyince rastgele bir sezondan bir bölüm açıp gülmekten ölerek izleyebilirsiniz. hayatta sıkmaz. hatta 10 sezonun da blooper'larını bile tekrar tekrar izledim :)

Çok düşündüm, en sevdiğim karakter hangisi diye. ama yok, hepsini o kadar kendi dostu gibi benimsiyor ki insan, hiç birini diğerinden ayıramıyorsun. ne eksik, ne fazla tam ayarında karakterler, oyunculuklar, espriler. üstelik uzatmadan, sıkmadan, 10. sezonda tam tadında bitirdiler. her ne kadar her "friends geri dönüyor" dedikodusunda bir "acaba?" desek de, yeniden başlasa belki aynı tadı vermeyecekti ve biz onu güzel hatırlayamayacaktık diye de seviniyor insan. biz onların hayatlarının sadece 10 yılına tanık olduk. onlar benim hayalimde kaldıkları yerden devam ediyorlar:


- Monica ile Chandler ikizlerini banliyödeki evlerinde huzur içinde büyütüyorlardır. Monica'nın aşırı kontrolcülüğü ve Chandler'ın rahatlığıyla dengelenmiş çok iyi ebeveynler olmuşlardır. Monica sonunda hayalindeki gibi bir restaurant açmayı başarmış, Chandler reklamcılıkta nihayet hak ettiği yeri bulmuş, amerikan televizyonlarında çok güldüren reklamlara imza atmıştır.
- Joey, Joey dizisindeki L.A macerasından sonra `New York`'ta çok iyi bir dizi teklifi almış, kariyeri yükselişe geçmiş, yine tek tabanca ama mutlu ve dostlarıyla birliktedir. yeni dizisi sayesiyle yine çok tanınan birisi olmuştur.
- Ross ve Rachel, Monica ile Chandler'ın sokağında, hatta belki Janice'in almadığı yandaki evi almışlardır. sonunda aşklarını sorunsuz ve çok mutlu bir şekilde yaşayabilmeye başlamışlardır. Emma'ya bir erkek kardeş gelmiştir, ve Ross'un tam hayallerindeki gibi, onunla gazetenin bilim sayfası için kavga eden, dinozorlara ilgi duyan bir çocuk olmuştur. Emma ise tam annesinin kızı, moda ve güzellik hastası biri olmuştur.
- Phoebe ve Mike'ın müzik yeteneği çok iyi olan 2 çocuğu olmuştur. Phoebe'nin mükemmel garipliğinin izleri bu çocuklarda da vardır. Phoebe ve Mike kendi gruplarını kurmuşlar, ve beraber küçük çaplı konserler veriyorlardır.
- Artık evli ve çocuklu olan grup üyeleri, hala şehre inip `Central Perk`'te buluşmayı da ihmal etmiyorlardır. artık New York'ta oturan 6 genç değil, orta yaşlı, ama hala eskisi gibi olan bireyler olmuşlardır.

Diğer dizilerle karşılaştırılıp dursa da, benim için kesinlikle en iyi dizi. hem komedi dizisi, aç canının en sıkkın olduğu zaman seni katıla katıla güldürsün. hem de öyle sahneler var ki, en iyi dram dizilerinden daha çok duygulandırsın. `Ross and Rachel` ayrılığı, Chandler'ın Monica'ya evlilik teklifi, Phoebe'nin üçüzlerle veda konuşması, Joey'nin Rachel'a aşık olduğu zaman ne yapacağını bilememesi, ve daha neler neler... seyirciyi sadece güldürmekten daha fazlasını amaçlayan bir dizi bu.

Üstelik dizi, sadece bölümlük olaya bağlı güldürmek amacında olmadığı için, içi boş yüzeysel dostluklar da değil. hatta gördüğüm en gerçekçi, en güzel dostluk bu dizideki. herkes birbiriyle yakın, ne gruplaşma var ne bir şey. en uzak gelenler Rachel ve Chandler ile Phoebe ve Ross gibi dursa da, düşününce onların da çok komik ve güzel sahneleri olmuştu. yani dizide özellikle bir Rachel ve Ross aşkı teması olsa da, hiç kimse diğerinden ön planda değil. her ne kadar başta, Phoebe önce yan karakter olarak düşünülüp, sonradan dahil edildiği için ilk sezonda biraz geri planda kalsa da, sonradan herkes eşit olarak önem kazandı.

Kısacası benim için, gelmiş gemiş en iyi, en gerçekçi dizidir. bu ayarda dizi de bir daha zor yapılır.




Barcelona


Barcelona hakkında kendi gözlemlerim ve biraz da rehberimizden öğrendiğim bilgileri derlediğim tanıtım yazısı. (kendi entry'mden çaldım :) )
Amerika’ya gitmişken New York'u görmeden dönersen gittin sayılmaz dedikleri gibi, İspanya'ya gidenlerin mutlaka görmesi gereken bir şehir.
- Şehrin merkezi konumunda olan “Catalonia Meydanı”, ve devamındaki `La Rambla`'da mutlaka yürüyüş yapın. cadde'ye girmeden, meydanda ünlü `Hard Rock Cafe`ye göz atabilirsiniz.
- La Rambla'da yürürken, ara sokaklara da mutlaka girin. her sokak ayrı bir güzellik. ayrıca cadde üzerindeki sokak gösterilerini izlerken çantalarınıza dikkat edin, çünkü pek sık olmasa da kalabalıktan yararlanıp kapkaç yapanlar oluyor.
- Caddenin en sonunda iskeleye varacaksınız. orada en ünlü alışveriş merkezi dedikleri “Maremagnum” alışveriş merkezi var. aslında `İstinye Park`'ın, `Cevahir`in yanında esamesi okunmaz ama gitmişken bir gezilebilir.
- Marmagnum'un yanındaki restaurant (alttaki fotoğrafta bir kısmı görünüyor) , `tapas` yemek için gayet uygun. hem deniz kenarı, ve şık, hem de fiyatlar çok da pahalı değil. yanına da bir sürahi `sangria` istemeyi ihmal etmeyin.




                                                                 MareMagnum




- Hemen hemen herkesin duyduğu ve merak ettiği, ünlü yarım kalmış devasa kilise `La Sagrada Familia`'ya mutlaka gidin. içerisi aşırı kalabalık olduğundan büyük ihtimalle sadece dışarıdan görebilirsiniz ama o bile yeter.
- `Antoni Gaudi`'nin tasarladığı park, banliyö, ve kendi evi olan `Park Güell`i de mutlaka görün. ortam masalsı, mimari harika, ve şehrin en iyi kuşbakışı manzarasına sahip.








- Tapas, Barcelona'da daha iyi,`Paella` ise daha çok Madrid ve Valencia'da güzel olur, ama illa paella yemek isterseniz, illa lüks, kaliteli bir restaurant bulmanıza gerek yok. ara sokaklarda fiyatlar, cadde üzerinden daha uygundur. ayrıca 1 tabak paella, 1 kişi için fazlasıyla yeterlidir. ama çok açsanız, bir çok restaurantta, paella+balık-tavuk+tatlı gibi menüler var, bunlardan seçebilirsiniz.
- Müze olarak `Museu Nacional D'art De Catalunya`, `Museu Picasso` ve Museu de Cera (balmumu eserlerin bulunduğu müze) gidebilirsiniz.
- Sangira'yı yemeklerin yanında içmek dışında, marketlerde plastik şişelerin içinde çok ucuza bulabilirsiniz.
- Camp Nou'ya bütün erkekler zaten gider, ama bayansanız yine de mutlaka gidin. `F.C Barcelona` ile ilgili forma, suluk, atkı vs. eşyaları yine stattan alın.
- Siesta vakitlerini göz önüne alın, alışveriş ve yemek için siesta zamanı dışarı çıkmayın.
- Zorda kalırsanız taksiye binmekten çekinmeyin. diğer avrupa ülkelerine göre, taksi burada ucuzdur. ama normal zamanda, metroyla her yere gidebilirsiniz. metro hatlarını çok iyi öğrenin.
- İspanya'ya kadar gitmişken, `flamenko` gösterisi izlemeden olmaz! bu konuda para kıymayın, 8-9 euro'ya da gidebilirsiniz, ama gitmişken gerçekten güzel bir gösteri izlemek isterseniz 25-30 euro civarı olan yerlere gidin. her gösteride mutlaka 1 kadeh sangria ikram edilir.
- Eğer haziran sonlarında Barcelona'ya giderseniz, yaza merhaba festivallerine denk gelirsiniz. bu festivaller yaklaşık 3 gün sürer, bu sürede taksi fiyatları +8 euro'dan açılır, bir çok dükkan kapalı olur, gece boyunca havai fişekler atıldığından uyumak zor olur. ve gece, kumsalda kutlamalar olur. 1 gece mutlaka bu kutlamalara gidin.

5 Şubat 2012 Pazar

Ev Ortamında Yoga Deneyimim

Öncelikle, yoga deyince aklına "bağdaş kurup oturan, eller yanda sürekli 'omm' diyen birisi" yani şöyle bir şey http://www.sagliksitesi.biz/wp-content/uploads/meditasyon.jpg geliyorsa, belirtmeliyim ki yoga bu değil. daha doğrusu sadece bu değil.

Aslında yoga'nın temelini egzersizler oluşturuyor. meditasyon kısmı biraz daha isteğe bağlı, hatta bazı yoga türlerinde hiç olmayan bir uygulama. fakat yoga egzersizlerinin pilatesten pek bir farkı olmadığı için meditasyon daha çok ilgi çekiyor.

Gelelim yoga egzersizlerine. yoga yapmaya karar verdiğimde nerden başlayacağımı hiç bilmiyordum. internetten araştırma yapayım dedim, daha da kayboldum. onlarca çeşit yoga var, her birinin farklı uygulamaları. sonunda en klasik, temel yoga uygulamasını buldum.

Youtube sağ olsun, videoları bayağı bir izlenen "Esther Ekhart" adlı sevimli ablayı buldum. hem "beginners" başlangıç videosu var, hem de beginners videoları bile 1. aşama, 2. aşama şeklinde gidiyor.

11 yaşımda 1 yıl boyunca jimnastik kursuna gitmiştim. orda da epey gaza getirdiler beni, şöyle esneksin, böyle atletiksin vs. 11 yaşında kız tabi nereye çeksen esneyecek kemikler daha gelişmemiş :) şaka bir yana, 11 yaşımdakiyle aynı kalacağımı mı düşündüm bilmiyorum ama, "ohoo bunlar ne ki, ben ki kursun sonlarına doğru engel üzerinden takla atmaya, amuda kalkıp 45 saniye durmaya başlamıştım, peh" şeklinde bir özgüvenle açtım ilk videoyu. öyle olmuyormuş tabi, vücut okul sıralarında, dershane sıralarında otura otura hamlaşmış. sıraya eğilmekten nerdeyse kamburum çıkmış şu genç yaşımda.

Daha beginners'ın ilk videosunda biraz zorlanınca umutsuzluğa kapıldım tabi, ama esther ablanın tavsiyelerine uyup ilk hafta 3 kez bu videoyu çalıştım, sonra 2. parta geçtim sonra sürekli ara verdiğim için, şimdilik 3. partta takılmış durumdayım. 1-2 hafta yapmayıp baştan 3. parta çalışıyorum. başlangıç için 5 part var bu arada belirteyim. sonrasında kendini geliştirmek istediğin yere göre işte karın için, kalça için, sırt için, boyun için, bacak için, her yer için farklı farklı videolar :)

Gelelim meditasyon kısmına. aslında meditasyon tarzı şeylere aşırı meraklıyımdır. yoga meditasyonunu da 2 kere yaptım. "bağdaş kurup hiç bir şey düşünmeme"nin nesi zor olabilir ki diye düşünüyor insan ama gerçekten zor. hiç bir şey düşünmemek pek mümkün bir şey değilmiş onu anladım. daha doğrusu meditasyonda tek bir şey düşünmeye odaklanmak lazım. huzurlu bir yer, veya huzuru çağrıştıran herhangi bir şey isteğe bağlı. onu bile yapamıyorum, hayal ediyorum böyle huzurlu bir yeri, pat, fonda bir müzik çalıyor beynim. (beynimin müzik çalarından geçen yazıda bahsetmiştim :) ) gidiyor o yoğunlaşma. ama egzersizlerde geliştiğime inandığımda, meditasyona da ağırlık vereceğim.

Koskoca şehirde bir tane yoga mat'ı bulamadım diye dertleniyordum, araştırdım baktım böyle yoga matı, tütsü vs. işin extrası, çok şart şeyler değilmiş, ama meditasyonda o mistik havayı yakalamak için tütsüyü öneririm. aslında tütsüyü her an öneririm :) neyse ben mat kullanmadan gayet laminant üzerinde yapıyorum, halı üstünde bile olur hiç kasmaya gerek yok.

Ayrıca yoga'yı öyle her gün, veya gün aşırı yapmanıza gerek yok. haftada 3 kez yapmak yeterli. egzersizleriyle de meditasyonuyla da ilgilenmiyorsanız bile, en azından "yoga nefesi"ne çalışmakta her yaştan herkesin ihtiyacı var bence. oksijen hepimize lazım :) ve yoga yapınca çok yorulacağınızı düşünmeyin sakın! aksine insan o kadar hareket yapmasına rağmen, daha da enerjik hissediyor.

Son olarak, o kadar reklamını yaptığım Esther ablanın videolarına burdan ulaşabilirsiniz http://www.youtube.com/watch?v=2B-_aQ5vS9E&feature=BFa&list=SP68C4F42A875FF6B0&lf=list_related tavsiye ederim :)


Namaste!


Not: Artık http://benyazarkencokeglendim.blogspot.com/ adresinde de blog yazıyorum!

2 Şubat 2012 Perşembe

Ne Koyuyorlar Bu Şarkıların İçine?


Neden çok beğenilen bazı şarkılardan, 3-5 kez dinleyince sıkılıyoruz, ama bazı şarkıları obsesif gibi sürekli sürekli dinliyoruz. isviçreli bilim adamlarını bunlardaki bağımlılık yapan madde üzerine çalışmaya davet ediyorum.
Müzik zevki, diğer tüm zevkler gibi, göreceli bir kavram. birinin bayıldığı ölüp bittiği şarkıyı diğeri hiç beğenmeyebiliyor. normal tabi. ama bazı şarkılar var ki, ülkece hatta bütün gezegence tapıyoruz. şarkıya ithafen yapılan şarkı var!
Büyük ajansların, reklamların tasarım sürecinde bilim adamlarıyla çalıştığı ile ilgili bir yazı okumuştum. reklam müziklerinin ve görsel efektlerin insan beynini maximum etkilemesini amaçlayan bir çalışma yapılıyormuş, belki de hepimizin iğrenip yine de kafamızın içinde "yüz on sekiz otuz üç yaani yüz on sekkiz ottuz üçç" dememizin bir sebebi budur.
İşte bu bağımlısı olduğumuz şarkıların da melodisinde böyle bir hile olduğunu düşünüyorum. inanıyorum.
Bir şarkıya bağlanmak bir süreç içinde gerçekleşiyor. önce şarkıyla tanışmakla başlıyor. bazıları ilk dinleyişte sarıp sarmalar, ama kendi deneyimlerime dayanarak söylüyorum, ilk dinleyişte çok etkileyen şarkılar kısa ömürlü oluyor. işte bazısı 2. yada 3. dinleyişte etkiliyor. ve gerisi geliyor tabi ki. o şarkı o günün, o haftanın, o ayın şarkısı oluyor. uyumak üzereyken sürekli kafanda, kendi kendine sürekli bitip başlıyor. ben mesela test çözerken çok şarkı söylerim.
Kafamın içindeki mp3 uzun ömürlü, şarjla değil glikozla çalışıyor. ama bozuk işte, bir şarkıya takılıyor, repeat'e almış biri herhalde, hep belirli bir şarkıdan gidiyor.
Ben güzel şarkıları genellikle facebooktan, ekşi sözlükten, dizilerden (dizimag "bu bölümde çalan şarkılar" diye bir özellik getirdi de rahat rahat bulabiliyorum) veya tamamen şans eseri buluyorum. mesela 5 gündür sürekli dinlediğim, dinlemediğim zamanlarda da zaten beynimdeki mp3ün bana dinlettiği şu şarkı, siz de dinleyin pişman olmayacaksınız! şans eseri bulduklarımdan biri bu işte. tabi benden önce 52 milyon kez dinlemişti, 52 milyon kişi dinlerken ben nerdeydim diye merak ettim açıkçası. http://www.youtube.com/watch?v=8UVNT4wvIGY&feature=share

Bu da beğeneceğinize emin olduğum diğer şarkılar :)


Bu arada, beğendiğim şarkıları paylaşmak konusunda çok bencilimdir. ciddiyim, benim sevdiğim şarkılar bana özel kalsın, çok yayılmasın isterim. garip bir davranış, farkındayım, onları kendime saklayamam. işte sizinle paylaşıyorum, değerinizi bilin sevgili blog takipçilerim o yüzden söylüyorum :)